Ana içeriğe atla

FARKLI DİL, KÜLTÜREL ZENGİNLİKTİR.

Annesinin cenazesinde “ Şumşine Nanakçimi” diye ağıt yakan kadın, tüm hayatı boyunca duyduğu ama konuşmadığı, çocuklarına da öğretmediği için unutulmaya mahkum bir dilde ağladığının farkında mıydı? Pazarda, sokakta, mahalle aralarında duyduğumuz Çerkezce, Gürcüce, Abazaca, Lazca dillerinin uzun zamandır giderek daha az konuşulduğuna tanıklık ederken “Bir dil bir insan, iki dil iki insan” deyişini sadece İngilizce, Almanca dillerini bilmek olarak mı algılıyoruz?
Bu topraklarda doğan, bu topraklarda hayat bulan dillere; Türkiye’nin kültürel mirası olduğunun farkına varıp sahip çıkmazsak, Türkçe’den başka dillerin yaşamasına izin vermezsek, Türkçe’nin de yayılmacı bir dil olan İngilizce karşısında giderek yok olmasının önüne geçemeyiz.
Günümüzden 5000 yıl kadar önce bu topraklarda, Dicle ve Fırat nehirleri arasında Mezopotamya” denilen bölgede tarihin en eski uygarlığı olan Sümer Uygarlığı yok olmaya başladığında, Sümerli bir öğretmen yaşadığı acıyı şöyle aktarıyor kil tabletlerine:
“ Yaşam öykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık.
Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler. Göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, bol ürün veren tarlalarımızın, her türlü bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi. Fırsat buldukça ülkemize saldırdılar. Kentlerimizi yakıp yıktılar. Halkımız, hatta krallarımız tutsak oldu. Ailelerimiz dağıldı……..
böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu………yabancıların kucağına bırakıverdi kendini… Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da “ biz yaptık, biz bulduk” diye övünmeye başladılar….Ben bir yazar olduğuma göre; ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek Sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeliyim dedim ve yaşamöykümü yazmaya karar verdim.”
(Muazzez ILmiye Çığ –Sumerli Ludingirra- isimli eserinden)
Diller 5000 yıl öncesinde olduğu gibi sonradan gelen işgalciler tarafından yok edilirken, insanlığın ve dünyanın geleceğinden kaygı duyanlar, insana doğal hayata sahip çıkarak, insanlığı göreve çağırıyor. UNESCO tarafından yayınlanan "Tehlikedeki Dünya Dilleri Atlası"na göre, mevcut 6 bin dilden 2 bin 500'ü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. "Bir dilin ölümü, aynı zamanda kültürel bir mirasın ortadan kaldırılması demektir" diyen UNESCO Başkanı Koiçiro Matsuura, bu dünya mirasının kaybolmaması için bir şeyler yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
Dillerin yok oluşuna tanıklık ederken, anadilim olan Lazca’yı bilmemenin verdiği eksiklik duygusunu ifade etmekte zorlanıyorum. Türkçe olarak söylenen sevgi sözcükleri, neden ananemin dilinden çıkan “şumşinekçimi” sözcüğü kadar sıcak gelmiyor bana. Bu duygumun tek nedeni anadiline duyulan sıcaklık olabilir mi?
Peki, anadilimi konuşamadığım halde, resmi dil olan Türkçe’den daha yakın
hissettiğim için beni suçlayabilir misiniz? Suçlamalı mısınız?
2001 yılı yapımı Handan İpekçi’nin yönettiği “ Büyük Adam Küçük Aşk” filmini izlerken beni etkileyen bir sahne vardı; Emekli Yargıç Rıfat Bey’in evine temizliğe giden kadın Kürt olduğunu ve Kürtçe konuştuğunu saklamıştı. Çünkü Yargıç, bir operasyonda tüm yakınlarını kaybeden ve evine sığınan Kürt kız çocuğu Hejar ile karşılaşana kadar başka bir dilin varlığına, Türkçeden başka dil konuşulmasına öylesine tepkiliydi ki, kadıncağız Kürt kökeni olduğunu asla söyleyemezdi. Baştan sona hüzünlü bir insanlık dramını anlatan filmde, insanı etkileyen o kadar çok sahne varken, neden ben bu sahneye takılmıştım? O sahne beni alıp, çocukluğuma götürmüştü; Her yerde “Türkçe konuş” kampanyaları vardı.
Laz şivesiyle konuşan çocuklarla dalga geçiliyordu. Dilimiz Lazcaya kaçmasın diye evde Türkçe konuşuluyordu, büyüklerin kendi aralarında Lazca konuşurlarken ne söylediklerini anlamak için dikkat kesiliyorduk. Okulda ise çocuklarla, arkadaşlarımızla aramızda hangimizin aslının Türk olduğunu tartışırken, anne ve baba tarafından Laz ve Gürcü karışımı olduğumu saklamıştım. Film beni o çocukluk utancıma geri götürmüştü… Evet Laz olduğumu itiraf etmekten utanmıştım. Ve bu film beni bu kez Laz olduğumdan utandığım için utandırmıştı…
Herkesin ana dilinde sevmeye,anadilinde ağlamaya,anadilinde dertleşmeye hakkı var.
Bırakın diller yaşasın, Türkçe resmi dil olarak, bu topraklarda yaşayan eski, yeni tüm insanların, uygarlıkların ortak dili olsun yine. İngilizce’den alıntı birçok sözcük Türkçe’ye girerken, Lazca veya Kürtçe olan kelimeler benimseniyorsa neden giremesin? Bir milyondan fazla sözcükle dünyanın en zengin dili olarak kabul edilen İngilizce, diğer dillerden katılan kelimeler yasaklansaydı, dünyanın en zengin dili olabilir miydi? Onların dili alabildiğine zenginleşirken, bizim topraklarımızda yaşayan diller baskılanarak Türkçe ses uyumlu kelimeler yaratma adına halkın kullandığı dil, aydınların kullandığı “Osmanlıca” unutulmaya mahkum edilmiştir.
Dil zenginliğini savunan, farklı kültürlerin bir arada yaşaması için seslerini çıkaran insanlar oldukça “insanlık” için hala umut var demektir.

Kaktüs

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AKÇAKOCA'YI SEVİYORSANIZ BU PROJEYİ DURDURUN!

SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ.. . Liman bölgesinde, Toki ile kentsel dönüşüm için anlaşma yapılarak yıkılan dükkanların yerine AVM yapılmasının Akçakoca'nın merkezine yapılan liman inşaatından sonra en büyük kötülük olacağını düşünenlerdenim. Birşey olup bittikten sonra ah vah etmenin artık kaybedilenleri geri getirmediğini, çok büyük fayda sağlayacak limanın Akçakoca'nın turizm merkezindeki kumsalı yok ederek, aynı zamanda turizmi de bitirdiğini yaşayarak öğrendik.  O bölgeye bir çivi bile çakılmadan önce diyoruz ki; NE OLUR BU İŞTEN VAZGEÇİNİZ. Belediye Başkanlığını kim kazanırsa kazansın, bu projeyi durdurmak için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşerek bu projeyi iptal ettirmelidir. Ben Sayın Başkan'ın bu projenin iptaline olumlu bakacağını düşünüyorum. Çünkü; son zamanlarda kendisi de dikey mimarinin kentlere verdiği tahribatı görmüş ve yatay mimariyi savunmaya başlamıştır.  Projenin revize edilerek tek katlı bina yapılmalı ve içinde; balık restoranların

Ağustos Böceği ile Katamaran

MÖ 6. yüzyılda yaşamış, eski Yunan masalcısı Ezop’un   masal kahramanları hayvanlarmış... Bu masallardan Ağustos Böceği ile Karınca’nın masalını bilmeyen yoktur. Masal, eğlenmeyi çok seven Ağustos Böceği ’nin bütün bir yaz şarkı söyleyip, eğlenirken, tam tersini yapan Karınca ’nın bütün yaz çalışarak, kış için erzak deposunu doldurduğunu anlatır. Ve acımasız kış gelir, Ağustos böceği bütün yaz eğlenmekten ambarına yiyecek koymaya zaman bulamamıştır. Çaresiz aç kalınca komşusu Karınca’nın kapısını çalar. Karınca’nın cevabı kıştan daha acımasızdır; “Madem bütün yaz saz çaldın, oynadın, şimdide oyna öyleyse” der ve kapıyı Ağustos Böceğinin yüzüne kapatır... Bu masalı çocukluğumdan beri çok acımasız bulmuşumdur; Ağustos Böceği’nin bütün yaz sıcaktan, çalışmaktan yorulmuş karıncalara ve diğerlerine şarkılar söyleyerek, neşe katarak hayatlarını kolaylaştırdığını düşündüğüm için acımasız bulmuşumdur. Eğer arkadaş olmayı başarsalardı; Çalışmaktan başka amacı olmayan Karınca ile eğlen

ÇUHALLI PLAJI NASIL DÜZENLENMELİ?

PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR  Şezloglar boş olarak kumsalı işgal ederken... Belediyemiz geçen yıl  Çuhallı Plajı'nı parselleyerek kiraya verince halka ayrılan plajda şemsiyemizi koyacak yer bulamadık. Belediyemizin Çuhallı Halkı'na  reva gördüğü aşağıdaki resimde görüldüğü gibi oturmak zorunda kaldık.  Çu hallı Dernekleri, Çuhallı Gençlik Nerede siniz?     SAYIN YEMENİCİ, AKÇAKOCA BELEDİYE BAŞKANI Halka hizmet bu mudur? "Çuhallı plajı’nda yer yoksa Kale Plajı’na gidebilirsiniz." Turizm Derneği’nin düzenlediği iftar yemeğine katılan Başkan Yemenici; “ Kumsalları işletmecilere kiraladıklarını, halk içinde belli bir alan bıraktıklarını “ söyledi.  "Kiracının kumsalda kiraladığı alanın tamamen kiracıya ait olduğunu, kiraladığı alana istediği gibi şezlong açabileceğini “ söyleyen Yemenici, Halka ayrılan alanın yeterli olmadığı, boş şezlonglar açık olarak güneşlenirken halkın tıkış tıkış oturmak zorunda kaldığının beli