Ana içeriğe atla

BİR KENTE AİT OLMAK (1)

“Kentler içinde sevdiklerimiz varsa güzeldir.” Ve bir kenti sevmek; aynı zamanda ona emek vermekten geçiyor. Kentlerin de insanlar gibi bir ruhu vardır; İçindeyken yaşadığınız her şey sizin kimliğinize bir şey katar, siz varlığınızla kente bir anlam katarsınız. Sokakta, alışverişte, insanlarla karşılaştığınızda yaşadığınız her durum size hayatınızı yeniden kurgulatır. Rüzgarın getirdiği bir hanımeli kokusuyla, çocukluğunuzdaki bir imgeyi hatırlar, daha önce varlığını bildiğiniz ağacı görmediğinizde hayatınızdan bir şeylerin çalındığını hissedersiniz.

Kentte onayladığınız, onaylamadığınız bir sürü farklı olgularla karşılaşsanız da kent o kadar içinize işlemiştir ki, “her şeye rağmen” sevmekten vazgeçemezsiniz. Mesela en çok nefret edilen, en çok sevilen, en vazgeçilmez olan bir şehirden bahsediliyorsa; İstanbul’a bir kez giden o şehrin İstanbul olduğunu düşünür… İnsanın ruhunu; karşısında canlı bir şey varmış gibi karıştıran bu duygu, kentin ruhunun size yansımasıdır. İçinde farklı yaşamlar barındıran, sokağı, meydanı, tiyatrosu, sineması olan ve kadın erkek herkesin rahatlıkla gidebileceği oturma mekanlarına sahip kentler ruhunuza teğet geçmez, derin izler bırakır… Ama bazı kentler öylesine silik, öylesine ruhsuzlardır ki sonrasında hiçbir şey hatırlamazsınız… “- ……… kentine gittin mi? Sorusuna aldığınız cevap; “- gitmiştim galiba, …. Görmeye değecek bir şey yoktu. “ şeklinde olur. Bazı kentler ise ruhunuza karabasan gibi çöker, karanlıktır, pistir… Orada yaşayanlar kente hiçbirşey katmadan öylesine sömürmüşlerdir ki, üzerine ölü toprağı serpilmiş o kentte, nefes alamadığını hissedersiniz. Ortalıkta korku filmlerinden çıkmış gibi dolaşan, ruh emicilerinden kaçmak ve o kenti hafızanızdan tümüyle silmek istersiniz. İnsan bir kenti hafızasından neden silmek ister? Bunun çeşitli nedenleri vardır; Orada kaybettikleriniz size acı veriyordur, kentin her tarafı dökülüyordur, bakımsızdır, insanları hoyrattır, ya da siz insanlara hoyrat davranmışsınızdır vs. vs. Nedeni ne olursa olsun, bir kente verilecek en büyük ceza o kenti unutmaktır. Unutmak için ille de uzaklara gitmek gerekmez, içinde yaşarken de farkında olmayarak unutmaya başlarsınız.


Doğup büyüdüğünüz şehrin ruhunuza dokunduğunu söyleyebilir misiniz? Bu soruyu kendime sorduğumda, kente dair belleğimde kalan tek güzel şeyin gün batımları olduğunu fark ettim. Gün batımlarını sevmemin bu kenti sevmeme, kendimi bu kente ait olduğumu hissetmeme yetmeyeceğini fark ettiğimde, kentin hayatın içine nasıl aktığını anlamaya çalıştım. Ya da nerelerde, nasıl tıkandığını…
Kentleri yaşatan, kenti kent yapan; hayatın aktığı mekanlar, etkinlikler ve buluşma yerleridir.
Akçakoca’da sosyal mekanlardan bahsedilirken ilk (özellikle kış aylarında) akla gelen yerler kahvehanelerdir. 
Kahvehaneler, erkek nüfusun zaman geçirdiği, ama aslında “vakit öldürmek” için gittiği yerlerdir. Sohbetin gidişini tavla veya okey gibi oyunlar belirler, bazen televizyonda izlenen haberler paylaşılır, tartışılır… Bazen mahalle dedikodusu yapılır… Kent ile ilgili haberler o mekanlarda kulaktan kulağa konuşulur, öyle ki günün sonunda o haberi ilk getiren insan bile haberdeki değişime, deformasyona inanamaz olur. Genel kültür, o gün ya da o hafta yapılan futbol maçı ile sınırlıdır. Zamanın para ettiği “ time to Money” bilinmez oralarda…
Askerden geldikten sonra, evlenip çoluk çocuğa da karışınca sanki hayata dair tüm beklentileri bitmiş gibidir; en ucuz, en kolay buluşma yerinde, her şeyin aynı olmasının verdiği naif bir güven duygusu içinde yaşlandıklarını fark etmeden yaşar, giderler. İnsanların gelir düzeyinin asgari ücrete yakın olduğu, gençlerdeki işsizlik oranın yüksek olduğu kentimizde, insanların kahvehaneden başka bir yere gitme şansı da yok gibidir. Ama buna rağmen, yaz geceleri Çınar caddesinin insan kalabalığından yürünemez oluşunu nasıl açıklayabiliriz? Demek ki gidecek bir yer olduğunda insanlar kabuğundan çıkabiliyor.Çınar caddesinin cıvıl cıvıl yaşayan haline tanık olan hiç kimse, Akçakoca’nın ölü bir kent olduğunu söyleyemez, sanırım.
Çınar caddesi, Çınar caddesi “Meydan”nın nerede?
Çınar Caddesi, Festival için ışıklandırılınca, ışık demetleri arasından geçen insanların başlarına taç konmuş gibiydi… Mavi renkle yapılan ışıklandırma, Beyoğlu’ndaki İstiklal caddesinden çok Londra’nın alışveriş merkezi olan Oxford Caddesini çağrıştırıyordu. Ünü ülkelerinin dışına taşmış her iki caddenin bittiği yerde Sinemalar, tiyatrolar başlarken; bizim Çınar Caddesi, karanlık bir Akçakoca Meydanına çıkıyor. O yüzden; Çınar Caddesinde dolanan kalabalığın varmak istediği hiçbir yer yok... Önü kesilen nehir gibi, amaçsızca dolanan kalabalık insana sadece sıkıntı veriyor. Festivalin merkezinde, festivale tezat bu haliyle “meydan” şehre ait olamadan ölüm uykusunu sürdürüyor. Bunu bilen insanlar, meydana ulaşmadan tam bir “U” dönüşü yaparak, meydanı ölüme mahkum eden devinimleriyle, kentin kalbine bıçak sapladıklarının farkına varmadan, küçük avuntulara razı olarak; hayatlarına devam ediyorlar.




Çınar Caddesi tüm canlılığına rağmen, meydanına ulaşamayınca kafası tamamlanmamış güzel bir kadın heykeli gibi yarım kalıyor. Kent meydanı, kentin kalbidir. Akçakoca’nın kalbinin bu haliyle atması mümkün görünmüyor. Ve bence kent yönetimini ellerinde tutanlar, kenti yaşatmaya meydanından başlamalıdırlar.

MEYDANIMIZI İSTİYORUZ !



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇINAR CADDESİ'NİN YENİ MEKANI "FINDIK CAFE" ADI GİBİ SEVİMLİ VE ŞIK

Çınar Caddesi'nde yeni açılan "Fındık Cafe" şirin mi şirin görüntüsüyle, s evecen, g üler yüzlü g enç sahipleriyle insanı adeta içine çekiyor. Bizler dilsiz canlılara merhamet etmeyen, nobran işletme sahiplerinin işlettiği mekanlara gitmek zorunda kaldığımızda kendimizi diken üstünde oturmuş gibi hissediyoruz. Çünkü dilsiz bir canlıya merhameti olmayan insanın gözünde siz sadece para getiren bir müşterisiniz. Fındık Cafe gibi sevgi dolu mekanlar da ise sıcak, samimi ve de o insancıl ha va ile içti ğimiz çay ballı, kahve hatırlı oluyor. Pozitif duygularla dolu, huzur buluyoruz bu mek anlarda. Akçakoca'da fırtınadan birçok yerin dağıldığı gece Fındık Cafe kendisine sığınan bir cana kucak açtı. Sahipleri tarafından terk edilmiş veya ilgilenilmeyen köpek doğurmak üzereydi. Fındık Cafe sayesinde yavruları hayatta kaldı. Yüreği güzel işletme sahiplerinin elinden çay içmek kadar güzel birşey yok. Kahvaltı yapmak isterseniz, telefon ile rezervasyon yaptırab...

ÜMRAN ÇÖPLÜĞÜ'NÜN DOĞAL PARKA DÖNÜŞÜMÜ İÇİN PROJE ORTAKLARI ARIYORUZ!

BELEDİYE ÇÖPLÜK ALANINI BİZE VERSİN, ÜNİVERSİTE VE  DERNEKLERLE  ORTAK   PROJE YAPALIM...  (AŞAĞIDA HAZIRLADIĞIMIZ TASLAĞI PAYLAŞIYORUZ.  BU KONUDA DESTEK VERMEYE HAZIR KİŞİ VE  KURUMLARLA GÖRÜŞMEYE VE İŞBİRLİĞİNE HAZIRIZ.  ÜMRAN BORU ÇÖPLÜĞÜ BİRKAÇ PARÇAYA AYRILARAK; 1-) BOTANİK BAHÇESİ VEYA HOBİ BAHÇELERİ : AĞAÇLANDIRMA İLE BİRLİKTE, KARADENİZİN ÇOK ÖZEL BİTKİLERİNİN HARMANLANDIĞI BİR BÖLÜM.: Botanik bahçesinde %80 engelli çalışanlar olmalı. ( Düzce Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile birlikte) 2-) YÜRÜYÜŞ VE SPOR ALANLARI : Bisiklet yolları, engelli sporlarının yapılabileceği bölümler, yürüyüş yolları, denize doğru gençler için tırmanma bölümleri, paten ve su kayağı bölümleri engelliler ve yaşlılar için asansör, su kayağı… VE PARKIN DENİZLE BULUŞTURULMASI. 3-) HAVYAN SEVGİSİ EĞİTİM PARKI : Nuh’un gemisi konseptine uygun olarak, bilinen en eski canlı türünden, günümüze ulaşan, ulaşamayan canlıların bilgi...

Ağustos Böceği ile Katamaran

MÖ 6. yüzyılda yaşamış, eski Yunan masalcısı Ezop’un   masal kahramanları hayvanlarmış... Bu masallardan Ağustos Böceği ile Karınca’nın masalını bilmeyen yoktur. Masal, eğlenmeyi çok seven Ağustos Böceği ’nin bütün bir yaz şarkı söyleyip, eğlenirken, tam tersini yapan Karınca ’nın bütün yaz çalışarak, kış için erzak deposunu doldurduğunu anlatır. Ve acımasız kış gelir, Ağustos böceği bütün yaz eğlenmekten ambarına yiyecek koymaya zaman bulamamıştır. Çaresiz aç kalınca komşusu Karınca’nın kapısını çalar. Karınca’nın cevabı kıştan daha acımasızdır; “Madem bütün yaz saz çaldın, oynadın, şimdide oyna öyleyse” der ve kapıyı Ağustos Böceğinin yüzüne kapatır... Bu masalı çocukluğumdan beri çok acımasız bulmuşumdur; Ağustos Böceği’nin bütün yaz sıcaktan, çalışmaktan yorulmuş karıncalara ve diğerlerine şarkılar söyleyerek, neşe katarak hayatlarını kolaylaştırdığını düşündüğüm için acımasız bulmuşumdur. Eğer arkadaş olmayı başarsalardı; Çalışmaktan başka amacı olmayan Karınca ile e...