Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR KENTE AİT OLMAK (1)

“Kentler içinde sevdiklerimiz varsa güzeldir.” Ve bir kenti sevmek; aynı zamanda ona emek vermekten geçiyor. Kentlerin de insanlar gibi bir ruhu vardır; İçindeyken yaşadığınız her şey sizin kimliğinize bir şey katar, siz varlığınızla kente bir anlam katarsınız. Sokakta, alışverişte, insanlarla karşılaştığınızda yaşadığınız her durum size hayatınızı yeniden kurgulatır. Rüzgarın getirdiği bir hanımeli kokusuyla, çocukluğunuzdaki bir imgeyi hatırlar, daha önce varlığını bildiğiniz ağacı görmediğinizde hayatınızdan bir şeylerin çalındığını hissedersiniz. Kentte onayladığınız, onaylamadığınız bir sürü farklı olgularla karşılaşsanız da kent o kadar içinize işlemiştir ki, “her şeye rağmen” sevmekten vazgeçemezsiniz. Mesela en çok nefret edilen, en çok sevilen, en vazgeçilmez olan bir şehirden bahsediliyorsa; İstanbul’a bir kez giden o şehrin İstanbul olduğunu düşünür… İnsanın ruhunu; karşısında canlı bir şey varmış gibi karıştıran bu duygu, kentin ruhunun size yansımasıdır. İçinde farklı

FARKLI DİL, KÜLTÜREL ZENGİNLİKTİR.

Annesinin cenazesinde “ Şumşine Nanakçimi” diye ağıt yakan kadın, tüm hayatı boyunca duyduğu ama konuşmadığı, çocuklarına da öğretmediği için unutulmaya mahkum bir dilde ağladığının farkında mıydı? Pazarda, sokakta, mahalle aralarında duyduğumuz Çerkezce, Gürcüce, Abazaca, Lazca dillerinin uzun zamandır giderek daha az konuşulduğuna tanıklık ederken “Bir dil bir insan, iki dil iki insan” deyişini sadece İngilizce, Almanca dillerini bilmek olarak mı algılıyoruz? Bu topraklarda doğan, bu topraklarda hayat bulan dillere; Türkiye’nin kültürel mirası olduğunun farkına varıp sahip çıkmazsak, Türkçe’den başka dillerin yaşamasına izin vermezsek, Türkçe’nin de yayılmacı bir dil olan İngilizce karşısında giderek yok olmasının önüne geçemeyiz. Günümüzden 5000 yıl kadar önce bu topraklarda, Dicle ve Fırat nehirleri arasında Mezopotamya” denilen bölgede tarihin en eski uygarlığı olan Sümer Uygarlığı yok olmaya başladığında, Sümerli bir öğretmen yaşadığı acıyı şöyle aktarıyor kil tabletlerine: “ Yaş
FESTİVALLER KENTLERİN VİZYONUDUR. Festivaller, farklı toplumsal gurupları, halkları, ülkeleri birbiriyle kaynaştırmak amacıyla yapılan, kültürler arası alışverişi öne çıkaran etkinliklerdir. Festivallerin zenginliği, birbirine benzer etkinliklerin sayısını çoğaltarak sağlanmaz. Sergilenen her etkinliğin bir amacı olmalı ve hedef kitle doğru saptanmalıdır. Bu nedenle organizasyonun çok iyi yapılması gerekir ki emekler heba olmasın. Yoksa yaşadığınız sonuç; tüm iyi niyetinize rağmen çocukların karnını bir sürü abur, cuburla doldurmaya kalkan ebeveynlerden farklı olmaz. Dünyanın birçok bölgesinde farklı şekillerde kutlanan festivallerin arasında yer almak, özel olmak ve hedeflenen festivali geleneksel hale getirmek için çok iyi vizyona sahip olunması gerekir. 14. kez kutlanan Akçakoca Festivali her yıl içerik olarak daha zenginleşerek devam etmesine rağmen, yerel halk dışında katılımın sağlanamaması, ulusal ve uluslararası düzeyde festival düzenlemede eksiklerimiz olduğu anlamına geliyor.