Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

GERÇEK VE DOĞRU ARASINDAKİ FARK

Genellikle doğru olan ile gerçek olan arasındaki farkı karıştırırız. Çoğu kez doğru olanı gerçekmiş gibi algılarız. Oysa doğru subjektiftir. Yani doğru" kişinin duruşuna, bakış açısına, o günkü psikolojik durumundaki algısına göre değişir. İnsanlar arasındaki çatışmalar da herkesin doğruyu kendine göre algılamasından çıkar. Oysa "gerçek" kimsenin üzerine ekleme yapamayacağı, yaşanmış, bitmiş bir olayı, durumu ifade eder. İnsan doğası, algısı, geçmiş bir olayı aktarırken sadece fotoğraf çekercesine aktarmaya müsait olmadığından "gerçek" kendi oluşundan uzaklaşır. Tıpkı kulaktan kulağa oynayan 12 kişiden sonuncusunun söylediği cümlenin ilk söylenenden çok farklı oluşu gibidir. Bu oyunu çocukluğumuzda çok sık oynayan bizler bile, hayatın içinde, kaynağından çok farklı anlatım ve yorumlara hemen inanma eğilimi gösteririz. Bu yüzden, birşeyin aslını öğrenmek için en iyi yol; medeni cesaret gösterip, kaynağına gitmektir, soru sormayı öğrenmektir. Doğru bizim doğrumuz

ALTERNATİF TURİZM: BOTANİK BAHÇESİ

Akçakoca'da Turizm sezonu, hırçın denizinden başka alternatif yaratılmadığı için çok kısa sürmektedir. Akçakoca, Büyük bir botanik bahçesi kurularak Karadeniz Havzasının doğal hayatı koruma merkezi haline getirilebilir. Bunun için yapılması gereken önemli şey; Yerel Yönetimlerin ( Kaymakamlık, Belediye, Valilik, Hazine vb.) Akçakoca halkının, Karadeniz Bölgesinin, Türkiyenin ve doğal hayatın iyiliği ve geleceği için biraraya gelerek, bu oluşuma destek vermesidir. Bu yatırım, partilerin politikaların dışında GELECEĞE BİR YATIRIM OLACAKTIR. BOTANİK BAHÇESİ (Karadeniz Havzası Sınır Ötesi İşbirliği Çerçevesinde ortak proje yapılabilir) Botanik bahçeleri, dünyanın birçok yerinde özel olarak kurulmuş ve canlı bitki örneklerinin sergilendiği mekanlardır. Akçakoca'da, böyle bir bahçe kurularak; 1- Karadeniz bölgesinde yok olmaya başlayan bitki türleri toplanarak ( dağ çileği, kara yemiş, kızılcık, menekşe, vs.) botanik bahçesinde yetiştirilerek sergilenebilir. 2- Uluslararası işbirliği

HERŞEYİ BİLEN ADAM ?

Yeni şeyler öğrenmekte zorlanan, değişimi anlamakta güçlük çeken, dinlemesini bilmeyen insanların ortak tavrı "BEN BİLİYORUM!" dur. Dikkat edin, o insanlar gerçekten herşeyi biliyorlardır (!) Ve cehaletlerinin farkına varmak, öğrenmek, bilgilenmek gibi sorunları olmadığından, hemen her konuda fikir yürütmeye hazırdırlar. Size tavsiyem, öyle insanlarla karşılaştığınızda ( ki bu oldukça sık başınıza gelir) KAÇIN! Çok sevdiğim bir deyişi paylaşayım sizlerle, o benden çok daha iyi ifade etmiş çünkü; Paracelsus'dan Özlü Sözler Hiçbir şey bilmeyen, hiçbirşeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan, hiçbirşey anlamaz..(avaldır) Hiçbir şey anlamayan, değersizdir... Oysa anlayan kişi aynı zamanda sever, farkına varır ve görür... Birşeyin aslında ne kadar bilgi varsa o kadar sevgi vardır... Tüm yemişlerin böğürtlenlerle aynı zamanda olgunlaştıgını düşleyen kişi üzümlere ilşkin hiçbir şey bilmiyordur demektir. Paracelsus

YAŞAMAYA DAİR

Akçakoca'da güneşi avuçlarınızda tutabilirsiniz. Ama zordur Akçakoca'da yaşamak... ------------------------------------------------------------------------------------------------- "Görmek işitmek duymak düşünmek ve konuşmak koşmak alabildiğine başı dolu başı boş koş- -mak... Hehehey TARANTA - BABU hehehey yaşamak ne güzel şey.... Yaşamak ne güzel şey TARANTA - BABU yaşamak ne güzel şey... Anlıyarak bir usta kitap gibi bir sevda şarkısı gibi duyup bir çocuk gibi şaşarak YAŞAMAK... Yaşamak: birer birer ve hep beraber ipekli bir kumaş dokur gibi.. Hep bir ağızdan sevinçli bir destan okur gibi YAŞAMAK.. YAŞAMAK.. Ne acayip iştir ki bu ne mene gidiştir ki TARANTA - BABU bugün bu «bu inanılmıyacak kadar güzel» bu anlatılamıyacak kadar sevinçli şey: böyle zor bu kadar dar böyle kanlı bu denlü kepaze... ( Nazım Hikmet'in Taranta-Babu'ya 5. Mektubundan)

YERSİZ YURTSUZ VATANDAŞLAR

ÇİNGENELER, GÖÇMEN İŞÇİLER VE DİĞERLERİ... Bir akşamüstü kapının zili çaldı… Baktım, kucağında birbuçuk yaşında bir çocukla gencecik bir Çingene kızı… Herkes gibi benim de dilencilerle aram iyi değildir, kapıma dayanmalarından rahatsız olurum. Kapımda öyle çocuğuyla görünce huzurum kaçtı. Bir şeyler versen bir türlü, vermesen bir türlü. Bir de denemişim eskiden, birine zaaf gösterip, yardım etmeye kalkıştın mı, seni hami görüp sıraya giriyorlar, ondan sonra da kurtul, kurtulabilirsen… Ben iç dünyamda karmakarışık ruh halleriyle boğuşurken, Çocuk annesinin kucağından o kara iri gözleriyle sanki ruhuma baktı. Ve bilirim ki, birinin gözlerinin ta içine bakarak onu anladığınızda kurtuluşunuz yoktur.Anneye “Belediye Yardım Masası”na başvurmasını söyledim, bir de olanaklarım varmış gibi, sonuç alamazsan yine bana gel, demek gafletinde bulundum. Tabii, sonuç malum, belediyeden yardım alamayınca çocuğuyla tekrar kapıma dayandı. Bense sadece üzgün olduğumu, kendisine yardım edemeyeceğimi, bir

YILDIZLARIN ALTINDA FİLM İZLERDİK…

Sinema ile ilkokula giderken tanıştım. Öğretmenimiz bütün sınıfı peşine takmış, Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet’in başrolü oynadığı “Senede Bir gün” filmine götürmüştü. Sinema salonu, bugünkü Belediye binasının ( içine sinema salonu yapılması unutulan (!)) İki yüz metre kadar ilerisindeydi. Salon, oldukça genişti; Büyüklüğüne yakışır kırmızı koltukları, tavandan sahneye kadar uzanan kırmızı atlastan yapılmış perdesi ile göz alıyordu. Perde açılıp, film başlayınca, yüzden fazla çocuk “tıp” denmiş gibi anında sustuk. Çoğumuz sinemaya ilk kez geldiğimiz İçin oldukça heyecanlıydık… Aksiyonlu sahnelerde, nefesimizi tutuyor, kahramanımız tehlikeden sıyrılınca da hep birlikte alkışlıyorduk. Trajik sahnelerde ise gözyaşlarımızı birbirimizden saklayarak kahramanla birlikte ağlıyorduk. Sinemadan çıktığımızda, o kadar heyecanmış ve mutlu olmuştuk ki, birlikte izlediğimiz sahneleri birbirimize tekrar tekrar anlatarak evlerimize döndük… O günden sonra, filmlerin sergilendiği sinema salonları, görsel