Ana içeriğe atla

YILDIZLARIN ALTINDA FİLM İZLERDİK…

Sinema ile ilkokula giderken tanıştım. Öğretmenimiz bütün sınıfı peşine takmış,
Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet’in başrolü oynadığı “Senede Bir gün” filmine götürmüştü. Sinema salonu, bugünkü Belediye binasının ( içine sinema salonu yapılması unutulan (!)) İki yüz metre kadar ilerisindeydi. Salon, oldukça genişti; Büyüklüğüne yakışır kırmızı koltukları, tavandan sahneye kadar uzanan kırmızı atlastan yapılmış perdesi ile göz alıyordu. Perde açılıp, film başlayınca, yüzden fazla çocuk “tıp” denmiş gibi anında sustuk. Çoğumuz sinemaya ilk kez geldiğimiz İçin oldukça heyecanlıydık… Aksiyonlu sahnelerde, nefesimizi tutuyor, kahramanımız tehlikeden sıyrılınca da hep birlikte alkışlıyorduk. Trajik sahnelerde ise gözyaşlarımızı birbirimizden saklayarak kahramanla birlikte ağlıyorduk. Sinemadan çıktığımızda, o kadar heyecanmış ve mutlu olmuştuk ki, birlikte izlediğimiz sahneleri birbirimize tekrar tekrar anlatarak evlerimize döndük…
O günden sonra, filmlerin sergilendiği sinema salonları, görsel zenginliğinden asla vazgeçemeyeceğim bir mekana dönüştüler.

Sinema salonu şehrimizin sembolüydü adeta. Okul piyesleri, önemli toplantılar orada yapılırdı. Kentsel bir buluşma, dünyaya açılan bir kapıydı sinema…
Yaz gelince, kışlık sinema yerini yazlık sinemaya bırakırdı. Yaz geceleri sinemaya gitmek aileler için başlı başına bir olaydı. En yoksul aileler bile ne yapar eder, sinema parasını denkleştirir, bayramlık giysilerini giyer, sinemaya giderlerdi. Sinemadan uzak kalmak neredeyse toplum dışında olmak gibi bir şeydi. Sosyalleşmenin, kentte yaşayanlarla buluşmanın aracıydı. Yazları uzaklardan gelen yatılı misafirler; gündüzlerini, henüz kirlenmemiş olan denizde doyasıya yüzerek geçirdikten sonra, akşam yemeğinin ardından ev sahipleriyle birlikte, çoluk-çocuk soluğu yazlık sinemanın gece matinesinde alırlardı. Yıldızların altında, yazın sıcağından uzak seyredilen filmin sonuna doğru, çocukların gözleri kapanır, ebeveynleri uykuya yenik düşen çocuklarını nöbetleşe taşıyarak, mutlu bir şekilde evlerine dönerlerdi. O vakitler, en sorunlu ailelerin bile kendilerini mutlu hissettikleri an’lardı.
Erkekler, adaletsizliğe, namussuzluğa karşı mücadele eden, Yılmaz Güney filmlerini tercih ederlerdi. Sinemadan çıkarken, Beyaz Perdede devleşen kahramana özenerek her biri birer Yılmaz Güney olur; sürekli silahların, yumrukların görüldüğü sahnelerden ürkmüş eşlerini, bir dahaki sefere romantik filmlerin baş oyuncuları; Göksel Aksoy, Belgin Doruk filmlerine götüreceklerine dair söz vererek sakinleştirirlerdi.
Televizyonun (İngilizce’de aptal ve kutu sözcüklerinin bileşiminden oluşmuş) çıkışı ile insanlar evlerine kapandı. Sinema salonları, derin bir sessizliğe gömüldü. İnsanlar, televizyon karşısında, sadece izleyen, evlere kapanan, kendi içine dönük ve dış dünyaya kapalı bireylerden menkul topluma dönüşürken, neler kaybettiklerini fark edemediler.

Bu değişime kapılan sadece Akçakoca halkı değildi. Televizyon salgın halinde tüm dünyayı sarmıştı ve “Yedinci Sanat” sinema yerlerde sürünüyordu. O dönemlerde sinema, porno filmlerle hayatta kalmaya çalışırken, daha bir gözden düştü. Sinema salonları birer birer kapandı, film şirketleri kapısına kilit vurdu.

Bir zaman geldi, Beyaz cam soğuk ve yavanlığıyla evimizin baş köşesinde olsa da bir şeylerin eksikliğini hissetmeye başladık. Sosyalleşmeyi, ailecek bir yerlere gitmeyi, en çok da beyaz perdeyi, sinemanın insanı içine alan büyüsünü özledik.
Neyse ki sinema severler ve yapımcılar, bu özlemin farkına vararak; kaliteli film yaparlarsa seyirci ile sinemayı yeniden buluşturacaklarını anladılar.
Ve sinema zümrüdü anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğdu, daha parlak ve
daha güçlü olarak… Ama tam bir sanatsal ve görsel şölene dönüşen filmleri oynatacak sinema salonları artık yoktu. Büyük kentlerde iş merkezlerine cep sinema salonları yapılarak, bu ihtiyaca cevap verilmeye çalışılırken, Akçakoca gibi küçük kentler sessiz bir karanlığa gömülmüştü. “Yedinci Sanat” sinema yetmişlerden önce doğanların hayallerinde bir güzel anı olarak kaldı.

İstanbul Sanat Vakfının, 1983 yılında başlattığı “Uluslar arası sinema günleri festivali” sayesinde, dünyanın beğeniyle izlediği birçok film seyirciyle buluştu.
Bu oluşum diğer şehirler için örnek oluşturdu. 1998 yılında Ankara Sinema günleri festivali başladı. Bugün bir çok ilde ve ilçe de yazlık sinema günleri ve sinema festivalleri düzenlenmektedir. Antalya’da “Altın Portakal”, Adana’da “Altın Koza, sinema festivallerine, Akçakoca’da “Parlayan Fındık” veya “Şekerli Fındık” sinema festivali neden eklenmesin?

Batı Karadeniz’in incisi, “Parlayan Kent Akçakoca” sözleri, bir yazlık sineması bile olmayan bir yer için içi boş bir slogan olarak kalıyor. Akçakoca gibi Batı Karadeniz’de turistik merkez olmaya çalışan bir kent hala bir sinema salonuna sahip değildir. Otelin cep sinemasında büyük kentlerde rağbet görmeyen filmler günlerce oynatılmaktadır. Üstelik şehrimizde bir üniversite bulunmaktadır. İkinci bir Üniversitenin temeli ise yakında atılacaktır. O üniversitelere gitmek için gelecek olan gençleri, Sineması ve tiyatrosu olmayan kentimizde okul ve yurt arasında yaşamaya mı mahkum edeceğiz? Üniversite kenti olmak, Avrupa kenti olmak isteyen bir sahil kasabası “yedinci sanat sinema” olmadan nasıl bir Avrupa kenti olacaktır?

Nostalji rüzgarına kapılıp, “ Nerede o eski sinemalar” demek yetmiyor artık. Kentimizde bir sinema istiyorum, tiyatro sahnesi istiyorum, ailemle, çocukluk arkadaşlarımla sinemaya gitmek istiyorum. İlle de her yaz sonu sinema festivali düzenlensin istiyorum… Siz istemiyor musunuz?

Kaktüs

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇINAR CADDESİ'NİN YENİ MEKANI "FINDIK CAFE" ADI GİBİ SEVİMLİ VE ŞIK

Çınar Caddesi'nde yeni açılan "Fındık Cafe" şirin mi şirin görüntüsüyle, s evecen, g üler yüzlü g enç sahipleriyle insanı adeta içine çekiyor. Bizler dilsiz canlılara merhamet etmeyen, nobran işletme sahiplerinin işlettiği mekanlara gitmek zorunda kaldığımızda kendimizi diken üstünde oturmuş gibi hissediyoruz. Çünkü dilsiz bir canlıya merhameti olmayan insanın gözünde siz sadece para getiren bir müşterisiniz. Fındık Cafe gibi sevgi dolu mekanlar da ise sıcak, samimi ve de o insancıl ha va ile içti ğimiz çay ballı, kahve hatırlı oluyor. Pozitif duygularla dolu, huzur buluyoruz bu mek anlarda. Akçakoca'da fırtınadan birçok yerin dağıldığı gece Fındık Cafe kendisine sığınan bir cana kucak açtı. Sahipleri tarafından terk edilmiş veya ilgilenilmeyen köpek doğurmak üzereydi. Fındık Cafe sayesinde yavruları hayatta kaldı. Yüreği güzel işletme sahiplerinin elinden çay içmek kadar güzel birşey yok. Kahvaltı yapmak isterseniz, telefon ile rezervasyon yaptırab...

ÜMRAN ÇÖPLÜĞÜ'NÜN DOĞAL PARKA DÖNÜŞÜMÜ İÇİN PROJE ORTAKLARI ARIYORUZ!

BELEDİYE ÇÖPLÜK ALANINI BİZE VERSİN, ÜNİVERSİTE VE  DERNEKLERLE  ORTAK   PROJE YAPALIM...  (AŞAĞIDA HAZIRLADIĞIMIZ TASLAĞI PAYLAŞIYORUZ.  BU KONUDA DESTEK VERMEYE HAZIR KİŞİ VE  KURUMLARLA GÖRÜŞMEYE VE İŞBİRLİĞİNE HAZIRIZ.  ÜMRAN BORU ÇÖPLÜĞÜ BİRKAÇ PARÇAYA AYRILARAK; 1-) BOTANİK BAHÇESİ VEYA HOBİ BAHÇELERİ : AĞAÇLANDIRMA İLE BİRLİKTE, KARADENİZİN ÇOK ÖZEL BİTKİLERİNİN HARMANLANDIĞI BİR BÖLÜM.: Botanik bahçesinde %80 engelli çalışanlar olmalı. ( Düzce Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile birlikte) 2-) YÜRÜYÜŞ VE SPOR ALANLARI : Bisiklet yolları, engelli sporlarının yapılabileceği bölümler, yürüyüş yolları, denize doğru gençler için tırmanma bölümleri, paten ve su kayağı bölümleri engelliler ve yaşlılar için asansör, su kayağı… VE PARKIN DENİZLE BULUŞTURULMASI. 3-) HAVYAN SEVGİSİ EĞİTİM PARKI : Nuh’un gemisi konseptine uygun olarak, bilinen en eski canlı türünden, günümüze ulaşan, ulaşamayan canlıların bilgi...

Ağustos Böceği ile Katamaran

MÖ 6. yüzyılda yaşamış, eski Yunan masalcısı Ezop’un   masal kahramanları hayvanlarmış... Bu masallardan Ağustos Böceği ile Karınca’nın masalını bilmeyen yoktur. Masal, eğlenmeyi çok seven Ağustos Böceği ’nin bütün bir yaz şarkı söyleyip, eğlenirken, tam tersini yapan Karınca ’nın bütün yaz çalışarak, kış için erzak deposunu doldurduğunu anlatır. Ve acımasız kış gelir, Ağustos böceği bütün yaz eğlenmekten ambarına yiyecek koymaya zaman bulamamıştır. Çaresiz aç kalınca komşusu Karınca’nın kapısını çalar. Karınca’nın cevabı kıştan daha acımasızdır; “Madem bütün yaz saz çaldın, oynadın, şimdide oyna öyleyse” der ve kapıyı Ağustos Böceğinin yüzüne kapatır... Bu masalı çocukluğumdan beri çok acımasız bulmuşumdur; Ağustos Böceği’nin bütün yaz sıcaktan, çalışmaktan yorulmuş karıncalara ve diğerlerine şarkılar söyleyerek, neşe katarak hayatlarını kolaylaştırdığını düşündüğüm için acımasız bulmuşumdur. Eğer arkadaş olmayı başarsalardı; Çalışmaktan başka amacı olmayan Karınca ile e...