YÖNETİŞEMEDİK...
Kent konseyi kurulduğundan bu yana ikinci kez toplandı.
2011 yılında yapılan çalışmalar anlatıldıktan sonra 2012 yılı taslak programı okundu.
Sonra çay molası verildi ve moladan sonra katılan konukların yarıdan fazlası salona geri dönmedi. Böylece tartışma bölümü çok az katılımla gerçekleşti. Oturumu yöneten divana gündem üzerinde değişiklik yapmalarını, 2012 taslağından önce 2011 yılı çalışmalarının değerlendirilmesi için konuşmacılara söz hakkı verilmesini önermiştim.
Divan başkanı bu öneriyi kent konseyi delegelerinin beş de birinin imzası olmadan teklif ettiğim için onaya bile sunma gereği duymadı. Oysa, program onayları bile havaya kalkan eller sayılmadan yapıldı. Ben bu davranışta en küçük bir iyi niyet bulamadım. Belli ki söz hakkı verdiklerinde, boş salona konuşmamız işlerine geliyordu.
Daha salona girer girmez “pozitif ol” mesajları ile “cici kız” olmaya teşvik edildikten sonra, başkan tarafından da yaptığım eleştirilerle, kent konseyine karşı duran bir muhalif olarak ilan edilince, Mevlana’nın o ünlü deyişini hatırladım :“ Sen ne söylersen söyle, söylediğin karşındakinin anladığı kadardır.”
KENT KONSEYİ TEK SESLİ BİR KORO MUDUR?
Belediye ve Kent Konseyi Başkanı Fikret Albayrak konuşmasını çok önemli bir konudan “yönetişim” üzerinden seçmişti. Yönetişim; özetle, seçilmiş yöneticilerle, Halk arasında karşılıklı bilgi alışverişinin yapılmasını, katılımcılığın özendirilmesini, yapılan tüm çalışmaların şeffaf bir şekilde paylaşılmasını öne çıkaran bir yönetim biçimi anlamına geliyor.
Kent konseyi yürütme kurulunun “yönetim kurulu” gibi hareket ettiği, Program taslağını oluşturmadan önce, çalışma guruplarında tartışılmasına ve olgunlaşmasına gerek duymadan genel kurula sunduğu bir ortamda, Ne YÖNETİŞİM’den ne de KATILIM’dan bahsedebiliriz.
Bu köşede kent konseyi ile ilgili yazdığım eleştirileri “yazmadan önce keşke bizimle konuşsaydın” diyen insanlar yürütmede yer alıyorsa ben kent konseyinin ŞEFFAF’lıktan da sınıfta kaldığını düşünüyorum.
Konuşulması gereken çok şey vardı ama boşalan salona konuşmak çok sıkıcıydı. Konuşmacılardan sadece iki kişi kent konseyinin yönetişim konusundaki eksikliğini dile getirme gafletinde bulundu. Sonuç; Başkan’ın öfkesi oldu. Ve onca çalışmanın ve konuşmanın sonunda benim aklımda kalan “ bir kaç kişi bir gazeteyi ele geçirmiş, sürekli bizim aleyhimize yazıyorlar” sözleri oldu. Kent Konseyi yürütme kuruluna yapılan eleştiriden gazetemizin de nasibini alması tam da sapla- samanı karıştıracak bir durumdu. Ne ben, ne de Ergün Aşçı kent konseyinde gazeteci olarak değil, kuruluşundan bu yana kent konseyinde gönüllü olarak çalışan insanlar olarak eleştirilerimizi yapmıştık. Ama belli ki eleştirilerimiz Başkan’ı kızdırmış. Demek ki Yönetişim ne demek oluyormuş; Başkan bir şey söylediğinde, ya da yaptığında “ aferin başkan, kim tutar seni” demek oluyormuş. Kazara “Onu şöyle değil de böyle yapsan daha iyi olmaz mıydı? “ dediğinde azılı muhalif oluyorsun.
Aslında bu tavır hiçbirimize yabancı değil. İktidar tarafına geçen, çevresinde toplananlardan alkış dışında bir şey duymak istemiyor.
Şimdi, kendini kent gönüllülerinin efendisi sanan kent konseyi yürütme kurulu ve başkanıyla birlikte çalışmanın nasıl yürüyeceğini anlamaya çalışıyorum. Bir yanım diyor ki “bırak, kendileri çalsın, kendileri söylesin”Diğer yanım diyor ki; “en azından bugün yönetişim diye bir şeyden haberleri var, öğrenme zamanı ile uygulamaya geçme zamanı arasında oldukça uzun bir yol var. Belki hızlanmasına katkı sunabilirsin.” Düşünüyorum… Samimi olmayan, iki yüzlü tutumlara karşı mücadele etmek istiyor muyum? Karşılıklı makul bir şekilde konuşup, tartışmak yerine beş de bir imza toplayarak alacağım sonuç beni mutlu eder mi?
Asıl o zaman anlamsız muhalefete sürüklenmez miyiz? Ben kent konseyinde gurup olarak muhalefet olmayı anlamlı bulmuyorum ama…
Karşımızda bir blok mu oluştu ne? Hep birlikte göreceğiz.
Nermin Alpay
Kent konseyi kurulduğundan bu yana ikinci kez toplandı.
2011 yılında yapılan çalışmalar anlatıldıktan sonra 2012 yılı taslak programı okundu.
Sonra çay molası verildi ve moladan sonra katılan konukların yarıdan fazlası salona geri dönmedi. Böylece tartışma bölümü çok az katılımla gerçekleşti. Oturumu yöneten divana gündem üzerinde değişiklik yapmalarını, 2012 taslağından önce 2011 yılı çalışmalarının değerlendirilmesi için konuşmacılara söz hakkı verilmesini önermiştim.
Divan başkanı bu öneriyi kent konseyi delegelerinin beş de birinin imzası olmadan teklif ettiğim için onaya bile sunma gereği duymadı. Oysa, program onayları bile havaya kalkan eller sayılmadan yapıldı. Ben bu davranışta en küçük bir iyi niyet bulamadım. Belli ki söz hakkı verdiklerinde, boş salona konuşmamız işlerine geliyordu.
Daha salona girer girmez “pozitif ol” mesajları ile “cici kız” olmaya teşvik edildikten sonra, başkan tarafından da yaptığım eleştirilerle, kent konseyine karşı duran bir muhalif olarak ilan edilince, Mevlana’nın o ünlü deyişini hatırladım :“ Sen ne söylersen söyle, söylediğin karşındakinin anladığı kadardır.”
KENT KONSEYİ TEK SESLİ BİR KORO MUDUR?
Belediye ve Kent Konseyi Başkanı Fikret Albayrak konuşmasını çok önemli bir konudan “yönetişim” üzerinden seçmişti. Yönetişim; özetle, seçilmiş yöneticilerle, Halk arasında karşılıklı bilgi alışverişinin yapılmasını, katılımcılığın özendirilmesini, yapılan tüm çalışmaların şeffaf bir şekilde paylaşılmasını öne çıkaran bir yönetim biçimi anlamına geliyor.
Kent konseyi yürütme kurulunun “yönetim kurulu” gibi hareket ettiği, Program taslağını oluşturmadan önce, çalışma guruplarında tartışılmasına ve olgunlaşmasına gerek duymadan genel kurula sunduğu bir ortamda, Ne YÖNETİŞİM’den ne de KATILIM’dan bahsedebiliriz.
Bu köşede kent konseyi ile ilgili yazdığım eleştirileri “yazmadan önce keşke bizimle konuşsaydın” diyen insanlar yürütmede yer alıyorsa ben kent konseyinin ŞEFFAF’lıktan da sınıfta kaldığını düşünüyorum.
Konuşulması gereken çok şey vardı ama boşalan salona konuşmak çok sıkıcıydı. Konuşmacılardan sadece iki kişi kent konseyinin yönetişim konusundaki eksikliğini dile getirme gafletinde bulundu. Sonuç; Başkan’ın öfkesi oldu. Ve onca çalışmanın ve konuşmanın sonunda benim aklımda kalan “ bir kaç kişi bir gazeteyi ele geçirmiş, sürekli bizim aleyhimize yazıyorlar” sözleri oldu. Kent Konseyi yürütme kuruluna yapılan eleştiriden gazetemizin de nasibini alması tam da sapla- samanı karıştıracak bir durumdu. Ne ben, ne de Ergün Aşçı kent konseyinde gazeteci olarak değil, kuruluşundan bu yana kent konseyinde gönüllü olarak çalışan insanlar olarak eleştirilerimizi yapmıştık. Ama belli ki eleştirilerimiz Başkan’ı kızdırmış. Demek ki Yönetişim ne demek oluyormuş; Başkan bir şey söylediğinde, ya da yaptığında “ aferin başkan, kim tutar seni” demek oluyormuş. Kazara “Onu şöyle değil de böyle yapsan daha iyi olmaz mıydı? “ dediğinde azılı muhalif oluyorsun.
Aslında bu tavır hiçbirimize yabancı değil. İktidar tarafına geçen, çevresinde toplananlardan alkış dışında bir şey duymak istemiyor.
Şimdi, kendini kent gönüllülerinin efendisi sanan kent konseyi yürütme kurulu ve başkanıyla birlikte çalışmanın nasıl yürüyeceğini anlamaya çalışıyorum. Bir yanım diyor ki “bırak, kendileri çalsın, kendileri söylesin”Diğer yanım diyor ki; “en azından bugün yönetişim diye bir şeyden haberleri var, öğrenme zamanı ile uygulamaya geçme zamanı arasında oldukça uzun bir yol var. Belki hızlanmasına katkı sunabilirsin.” Düşünüyorum… Samimi olmayan, iki yüzlü tutumlara karşı mücadele etmek istiyor muyum? Karşılıklı makul bir şekilde konuşup, tartışmak yerine beş de bir imza toplayarak alacağım sonuç beni mutlu eder mi?
Asıl o zaman anlamsız muhalefete sürüklenmez miyiz? Ben kent konseyinde gurup olarak muhalefet olmayı anlamlı bulmuyorum ama…
Karşımızda bir blok mu oluştu ne? Hep birlikte göreceğiz.
Nermin Alpay
Yorumlar
Yorum Gönder